Sevgili dostlar, durup dururken böyle bir konuya girdiğim sanılmamalıdır. Müslüman’ım diyen her bir din kardeşimizin başımızın üzerinde elbette ki yeri vardır. Ancak az da olsa bazı dindaşlarımızın acayip kılıklara girdikleri söz konusudur. Arkaya kuyruğu salınmış bir baş bağı takanlardan tutunuz da papaz ve haham sakalına benzer sakal bırakanlarımızın sayısının azımsanmayacak miktarda olduğu cümlemizin malumudur.
Naçizane olarak yaptığım araştırma ve takip ettiğim konferanslardan ibret ve hayretle öğrendiğime göre, Hz. Resul’ün-ki Allah’ın dua ve selametinin O’nun üzerine olması her anki dilek ve temennimizdir- asla böyle bir kıyafetler taşımadığı söz konusudur. Özellikle ve altını kalın bir çizgi ile çizerek söylemeliyim ki, O muazzez insanın sakalı hiçbir zaman bir tutamı geçmemiştir. İnanmayan araştırsın. O, özellikle müşriklerin ve dahi Hıristiyan ve Yahudilerin bıraktığı ve şimdilerde maalesef bazı din kardeşlerimiz arasında neşvünema bulduğu upuzun bir sakal bırakmıyordu ve dava arkadaşlarına da bu hususta tavsiyede bulunuyordu. Ama gelin görün ki, İslam’a sonradan bulaştırılmış birçok bidat ve hurafelerde olduğu gibi nerden ve kim tarafından bulaştırıldığı ciddi ve yorucu bir araştırma konusu olan bu tür kılık ve kıyafetleri özene bezene bazı dindaşlarımız asla bırakmıyor ve bırakmak istemiyor.
Kaldı ki, İslam Peygamberi’ni kılık ve kıyafetle yâd etmekten çok, ilim ve irfanda çağdaşlarının gerisinde kalmış biz bedbahtların O muazzez insanı yaptıkları ve dahi söyledikleri ile yâd etmemiz gerekli değil midir?! Zira O’nun Yücelerden alarak bizlere tebliğ ettiği ilk emir OKU! dur. Diğer taraftan O diyordu ki: “ Ben öyle bir ümmete dargınım ki çağdaşlarının gerisinde kalmıştır”. Allah aşkına söyler misiniz, bu balyoz misali bir tokat gibi yüzümüze her an çarpmakta olan bu mübarek söze rağmen mi O’nu neidüğü belli olmayan bir giyim kuşamla yâd etmekteyiz. Vah olsun bizlere. Diğer taraftan O diyordu ki: “ İlim Çin’de dahi olsa gidin onu öğrenin”. Peki, asırlardan beri hangimiz bu yola girmiş olduk. Bunu yapmadığımız gibi, nesepten kardeşlerimiz olup -haklı olarak dinini ve diyanetini beğenmediğimiz- ve bizimle birlikte yer küreyi paylaşan ve adına “Gâvur” dediğimiz insanlar sair ilim ve fende fevkalade mesafe kat ederek bizleri ikiye değil belki bine katladıklarına rağmen mi bu tür kisveleri özene bezene taşımaktayız.
Adamların icatları ve buluşları karşısında şapka çıkaracağımız yerde hâlâ onları ağza alınmayacak sözlerle kötülemekteyiz. Adamın icatlarının hangisini zikredelim: Arabadan uçağa, röntgene, bilgisayara, emara, tomografiye, akıllı ve akılsız cep telefonuna, elektronik bankacılığa vd. varıncaya kadar hepsi, ama hepsi onların icadı. Peki, tüm bunlar olurken biz nerdeydik. Peki, Allah’ın onlara verdiği aklı Allah bize vermemiş mi? O akıl ki, Yüce Yaratıcı elçisi vasıtasıyla bizlere tebliğ ettiği en son tebliğinin en az yetmiş yerinde akıl denen sermayenin kullanılmasını emretmektedir. Öyle bir emir ki, onu kullanmayanların üzerine “RİCS” pislik boca edeceğini ihtar etmektedir. Hiç kimse lütfedip alınmasın. Tas tamam İlahî pislik bocasına maruz kalmış bulunuyoruz. Bu gidiş ve gidişatla daha bu bocadan kurtulmamız hiç mi hiç mümkün değil.
Bir gün bazı dostlarla bu konuyu tartışırken, gayri ihtiyari “ Gâvuru yaratana kurban olayım” dediğimde ne hikmetse bazı tenkitlere maruz kaldım. A birader dedim. Şayet Yüce Yaratıcı bunları bizimle beraber yaratmasaydı acep halimiz nice olurdu dememe bile fırsat bulamadım. İşte buyurun cenaze namazına! Dediğim bu insanların hepsi de mürekkep yalamışlardandı. İnsanımızı anlamak pek mümkün değil.
Bu konudaki değişmez kanaatim şudur: Hurafe bulaşmamış İslam devrinde telif edilen eserlerin Haçlı Seferleriyle birlikte Batıya taşınarak ve bu sayede o devrin acımasız Kilise hegemonyasına son verilmek suretiyle adına Rönesans denen aydınlanma çağını müteakip “Kefere”, aramıza her kılıktan misyonerler sokmak suretiyle kendi karanlık çağına bizi mahkûm etti. Dileriz yeniden aydınlanma çağımız yakın olsun. Ve dahi bahse konu sakalların aslına döndürülerek papaz ve haham kılıklarının Müslüman mabetlerine sokulmaması ümidimiz dahi yakın bir zamanda gerçekleşmiş olsun. Herkesin ve dahi hepimizin hurafe bulaşmamış bir İslam’ı yaşamak ümidiyle selam ve dua ile.
Dr. Hasan YAĞAR, 1.Sınıf Emniyet Müdürü (E), İnkılâp Tarihi ve Sosyal Bilimler Doktoru.